2 Mart 2016 Çarşamba

Kadıköy'de Beşiktaş'a geçit yok!

Öncelikle, iki cezalı tribünü çok iyi organize olarak hınca hınç dolduran ve boş yer bırakmayan Fenerbahçe taraftarlarına tebrikler. Bir tebrik de maç boyu susmayıp takıma mükemmel verdikleri desteğe.İsteyince Türkiye’de takımını en iyi iten ve rakibi en çok sindirebilen taraftarın Kadıköy'de olduğu bir kez daha görüldü.

Maça gelirsek, bu galibiyeti en başta Pereira hocanın hanesine yazmazsak haksızlık olur. Nani’yi kimsenin tahmin edemeyeceği biçimde kesmesi maç önü bize bir şey anlatıyordu. Pereira bu tercihiyle maçla ilgili iyi analiz yaptığını ve Beşiktaş’ı bir anlamda kendi silahıyla vurmak istediğini gösterdi. Verilen mesaj net: Maçın anahtar kelimesi hız ve tempo. Her iki kanatta lokomotif misali gidecek Alper ve Volkan ile Beşiktaş’ın her maç arkada bıraktığını gözlemlemiş olduğu boşluklara sızma işini, takım planlanan biçimde gerçekleştirdi. Ayrıca Nani gibi ayağında top tutan bir oyuncu yerine topla giden (akan) oyuncu ile oyunu yavaşlatmadı ve Beşiktaş’ın gerçekten zorlu orta alan presine takılmadı. Eski tabirle topu koşturdu. Bu maça özel olarak önceki maçların aksine oyunun geriden paslarla kurulmaması ve mümkün olduğunca nokta uzun pas kullanılması bu planın parçasıydı. 

Diğer yandan, Alper ve Volkan’lı kanatların Nani ve Markovic’e görece daha iyi defansif yardımları ve orta alanı hem defansif hem pas istasyonu anlamında kalabalıklaştırması da planın bir diğer artısıydı. Bu sayede ve tabii iki ön liberonun da müthiş performansıyla, Beşiktaş’ın üst düzey hücum gücünün asıl kaynağını yaratan Atiba-Sosa-Oğuzhan pas bağlantılarına net biçimde sekte vuruldu. Maçta bazı pozisyonlarda bu oyuncuların herhangi biri topu aldığı anda hemen karşısında iki, hatta üç Fenerbahçeli oyuncuyu gördüğüne ve pas kanallarının kısıtlandığına şahit olduk.

Bu şekilde Lokomotif maçını andıran bir etkili oyunla Fenerbahçe ilk yarının mutlak hakimi oldu. Buna karşın bu sezona has saç baş yolduran özellik yine devredeydi ve takım atılmayacak bir golü atıp atılacak bütün pozisyonları ya son vuruş ya son pas yetersizlikleri ile heba etti.

Beşiktaş'a dair ilk yarı gözlemlenen, gerçekten boş bırakıldığı anda çok iyi pas trafiği yapan mükemmele yakın bir ekip oldukları idi. Bununla birlikte Şenol Güneş'in tercihi ile bu maçın temposunu kaldıramayan Olcay’ın kanadında çok zayıf kaldıkları görüldü. Şunu not düşmek gerekir ki, Atiba, Gomez ve Sosa her şeyleriyle mükemmel oyuncular. Kişisel olarak, rakipten hangi üç kişiyi kendi takımında görmek istersin deseler bu oyuncular olurdu herhalde. Oğuzhan ise tüm yeteneğine rağmen bu sertlikteki maçlarda fizik olarak zaman zaman sırıtmakta..

İkinci yarıda bu temponun kaldırılamayacağı çok belli idi. Şunu akılda tutmak lazım ki, takım bu maça çıkarken topu topu 2 gün hazırlık yapma şansı bulabildi. Dakika 45 – 60 arası biraz risk almış olsak da bence iki doğru değişiklikle Pereira aleyhimize yönelmekte olan oyunu yeniden biraz olsun dengeledi. Alper mükemmel bir ilk yarı geçirse de yavaş yavaş düşeceği belli olmuştu. Tahmin ediyorum Pereira maça çıkarken Alper’e "bu maç çatlayana kadar koş, yorulunca seni alıp Nani’yi sokar ve son darbeyi indiririm" demiş olmalı. Kendisine bunu sözle söylemese bile böyle düşündüğünü tahmin ediyorum. Bu yüzden Volkan yerine Alper’i alması bana önceden planlı imiş gibi geldi. Ozan’ın da çok koşmasına rağmen o gün bal yapamayan Diego’nun yerine girmesi Fenerbahçe'nin orta saha direncini yeniden arttırdı. Nitekim, bu değişiklik Ozan’ın yarattığı gol ile de kendi ödülünü yaratmış oldu. Bu golde topa dokunan üç Fenerbahçeli oyuncunun da yedekten giren oyuncular olması çok hoş bir tesadüf oldu.

Toparlarsak, ikinci yarı sürpriz olmayan biçimde Beşiktaş tehdidiyle geçti. Bu periyotta ciddi sayıda şans da buldular ama bunların Fenerbahçe'nin yakaladığı netlikte pozisyonlar olmadığını da söylemek lazım. Tabii ki bunların birini gole çevirmeleri mümkündü. Özellikle son dakikada Hasan Ali’nin Gomez'in vuruşunu son anda bozduğu pozisyon çok net bir pozisyondu. Ama futbol böyle bir oyun ve Beşiktaş da gerçekten iyi bir takım. Asıl soru; Fenerbahçe neden bu kadar iyi oynadığı dönemlerde ikinciyi bulup öldürücü yumruğu vuramıyor? Bundan sonra takımın oyununda artık bu konuda iyileştirme görmeyi bekliyorum.

Maçın saha içindeki yıldızı bana göre Volkan Şen. Tam da transfer edildiğinde beklediğim performansı vermeye başladı. Maşallah deyip dilimizi ısıralım. Sırasıyla Mehmet Topal, Volkan Demirel ve Alper de mükemmele yakın bir oyun çıkardılar. Souza, Kjaer ve Alves çok sağlamdılar. Gökhan maşallah. Bu sakatlığına rağmen bu performansı muazzam. Tabii ki bu maçta önceliği defans olacaktı. Van Persie takımla hala tam bütünleşememiş olsa da her hareketiyle ben dünya klasıyım diyor. Nitekim sağdan gelen topu tık diye tek pas Nani’nin önüne bırakışı mükemmelden de öteydi. Derslik. Bu pozisyon için yılın golü kaçtı desek yeridir.

10 Mart 2015 Salı

Gelenek Bozulmadı!

Galatasaray'ın gerçekten sevimli bir insan olan başkanının biraz da esprili biçimde söylediği gibi: Gelenek bozulmadı! Aslında neyse ki bir kazaya kurban gitmedik fakat şu bir gerçek ki, az daha yine forvetimizin beceriksizliğine kurban gidecektik.

 

Maçın adamı Volkan. Net. Olağanüstü, hatta efsanevi bir maç çıkardı. Bu maçı, Volkan futbolu bıraktığında tebessümle hatırlayacağım büyük maçlarından biri olarak hatırlayacağım. Hem Selçuk’un muhteşem yere giden şutunu hem de Yasin’in burnunun dibinden vurduğu sert şutu çıkarmak dünyada herhalde ancak 10 tane filan kalecinin yapabileceği bir şey. Hele ilkinde Volkan adeta lastik gibi uzadı. 

Volkan harici maçın adamı ise Mehmet Topal’dı. Ne muhteşem bir performans! Bu çocuğa maşallah demekten biz yorulduk ama o yorulmadı, seneler geçtikçe her maç üstüne koymaya devam ediyor hala. Mehmet Demirkol’un da dediği gibi, dünyadaki ilk 10 kulüpte oynar, hem de rahatlıkla, gayet de iyi oynar. Alan kapatma, doğru pozisyon alma, ikili mücadelelerde vücudunu ve kuvvetini doğru kullanma, doğru pas tercihi ve zamanlamalı pas atma… Hangisini saysam? Hepsi 10 numaraydı. Maçta G.Saray'ı 70 dakika sahasına hapsetmişsek bunda en büyük pay Mehmet’indi.
  

Maçtaki üçüncü yıldız Dirk Kuyt idi. Ahh Kuyt ah, bir de ayağı, yani ince tekniği bir seviye daha iyi olsa, dünyanın en iyi oyuncularından biri olabilecek bir futbol görüşü var. Dizilişte kanatta oynayan bir oyuncu için resmen derslik oynuyor. Hedef santrforumuz bile ceza alanında bu kadar fazla topla doğru yerde buluşmuyor. O kadar doğru koşular yapıyor ki, bu maçta yakaladığımız üçü yüzde yüz kabilinden 8 pozisyonun tam 6 tanesinde Kuyt vardı! Müthiş bir futbol bilgisi gerçekten. O kadar net pozisyonu harcadıktan sonra Emenike gibi oyuncular moralmen düşerken Kuyt, 81’de, yani artık maç bitimi yaklaşmış ve sinirler kalkmışken yine bir gram geri atmadan o sorumluluğu almaktan, risk almaktan çekinmeden bazuka gibi vurdu. Belki pas opsiyonu doğru tercih orada ama işte büyük futbolcular böyle soğukkanlı kalıp inisiyatif alıyor. Daha kanat savunmasına yaptığı katkıyı söylemedik bile. Alkışlar Kuyt’a.



Sağ kanadımız soldan daha etkili işlerken, Gökhan sezon ortalamasının epey üstüne çıktığı bir verimlilikte oynadı. Caner’in ise bende yeri çok özel. Bu maçta, nispeten daha vasat göründüğü bir maçta dahi yine hücum bölgesine en çok top taşıyan ve ceza alanına en çok top gönderen adam oldu. Emenike bizi çok kızdıran maçlarından sonra nispeten daha etkili diyebileceğim bir maç çıkardı. Saç baş yoldurduğu yine oldu tabii ama en azından rakip defansı epey zorladı, çalıştı ve eskiye nazaran daha paslı oynamaya çalıştı. Sow hala özlediğimiz beklediğimiz Sow değil. Muslera’nın kurtardığı vuruşunda çok iyi pozisyon yarattı ama onun dışında stoperlerden çok kurtulamadı. Alves kötü bir ilk 15 dakika çıkardı, sonra Egemen’in de yardımıyla toparladı. Egemen defansta yüksek gayretinin yanında sadece duran toplarda değil oyun içinde de pek çok kez hücuma destek vermeye çıktı ki, takdire şayan. Diego ise yine üzerine koyarak gidiyor. Takım onunla, o takımla biraz daha oynamaya alışmış olsaydı dünkü maça damga vurabilirdi.


İsmail Kartal’a gelirsek, bu maçta son maçlarına nazaran daha doğru analiz ve planla çıktığını söylemeliyiz. Diego tercihi doğruydu. Böylece işlemesi zor Topal Emre Meireles üçlüsü yerine daha üretken ve alternatif kilit açma planı olan bir orta saha ile oynadık. Melo’nun yokluğu bize Diego’yla oynama lüksünü yarattı, çünkü Hamit’in bu tempoyu 90 dakika kaldırması imkansızdı. Nitekim kaldıramadı da. Hamza Hoca’nın ilk 20 dakikadaki beklenmedik baskın planı bizim takımın işler planı devreye sokmasını biraz geciktirdi ama özellikle 25’ten sonra oyunun kontrolü tamamen bize geçti ve bir daha da geri vermedik zaten. G.Saray açısından da aslında maça başlangıç planları doğruydu. Hücum pres ve desteklenmiş kanat bekleriyle kanatlarımızı bir müddet sekteye uğrattılar ama biz defansı öne çıkarıp takım boyunu kısaltınca geriye çekilmek zorunda kaldılar ve başarılı başlangıç stratejisine sahip Hamza hocanın (neyse ki) bundan sonra bizi korkutacak bir B planı olmadığını gördük. Bana göre 2. yarıya Umut yerine pas yapan bir orta saha oyuncusu ile başlamış olsa idi belki bu kadar mahkum oynamazdı.
  

İsmail Kartal’ın bazı tercihlerini doğal olarak eleştirsek de bir konuda haklı olduğunu teslim etmemiz gerek. F.Bahçe takımı gerçekten bu ligde her takıma oyun üstünlüğünü kabul ettirecek bir takım ve ettiriyor da. Bunu Arena'da kaybettiğimiz ilk maç da dahil tüm derbilerde gördük. Takım ligde iki kanadı da kullanan tek takım. Gel gör ki, oyundaki bu işlerliği pozisyonları gole çevirmede ara ki bulasın. Bunda küçük detayların devreye girmesi gerekiyor ve İsmail Hoca şu ana kadar bu alanda tam işler planı bulamadı. Tabii bunda bizim vurdumduymaz Emenike Sow ikilisinin payı da çok büyük.

Hakem Cüneyt Çakır için ise artık ne denir bilemiyorum? Her derbi öncesi kendisi ile ilgili endişelerimizi haklı çıkarmaktan vazgeçmiyor. Kafası rahat değil. Her şeyi bırakın, oyunun en az 3-4 dakika durduğu bir ilk yarıdan sonra bile insan uzatma olarak +1 dakika vermeye utanır. Hele ki, Emenike'yi son adam olarak bilerek düşüren Olcan'ı atmaya yüreğinin yetmemesi ise hakemlik adına utanç verici bir karar. Bu pozisyonu bir de yok UEFA talimatıydı, yok havadan gelen top daha kontrol edilmemişti gibi donelerle savunmaya çalışan, futbolun ruhunu bilmekten uzak hakem eskilerine ise söyleyecek çok söz var aslında.

Takım tekrar yola girmiş görünüyor ve umarım tekrar yoldan çıkmayız. Bunun için hücumda bencillikten uzak durmak ve önce takım için oynama felsefesine sadık kalmak gerek. Bir de bu takım için Caner ve Alper’in ne kadar yeri dolmaz oyuncular olduğunu umarım bir daha test ederek anlamak zorunda kalmayız.

2 Aralık 2014 Salı

Geriye GidenTakım ve İşin Ciddiyeti

Bu maçı nasıl ele alacağımı bilemiyorum. Lafa nasıl başlayacağımı da… Anlaşılan o ki, sezon başı endişelerimizin hepsini yaşayacağız gibi görünüyor. Milli maç arasına kadar takımın oyununda son haftalarda bir kıpırdanma varken son 2 haftada, bu umutlar yerini yeniden karamsar soru işaretlerine bıraktı.

İsmail Kartal’ın maç sonu demecinin en kritik kısmından başlayalım. Hoca diyor ki, “Eskişehir’in defans arkamıza atacağı toplara engel olamadık”. E hocam, günaydın. Zaten neredeyse tüm Anadolu takımları ile Kadıköy’de yaptığımız maçlarda rakiplerin en geçer ve en çok başvurdukları oyun planı bu değil mi? Üstelik Eskişehirspor ve hocası Ertuğrul Sağlam’ın zaten felsefe olarak bu oyun planının en iyi uygulayıcılarından biri olduğunu bilmiyor muyuz? Eskişehir’in son maçlardaki çok kötü performansı sonrasında adeta onlar için ölüm kalım maçı haline gelen bu maçta, kadro yapılarına çok uygun olan ve Kadıköy’de uygulamaları en kolay olan bu sistemle sahaya çıkacakları herkesin malumu değil mi?


Biz bütün hafta çalışırken bu plana karşı ne tedbir aldık? Bu maça nasıl hazırlandık? Bütün bu sorular kafamdan geçiyor. Sorumlu makamdaki insanların herkesin bildiği problemleri dile getirmekten çok daha ötesi, bu problemlere karşı bir çözüm hayata geçirmesi beklenir. Buna engel olamadık demek kusura bakma ama bizlere, taraftara aydınlatıcı bir ışık sunmuyor hocam. Bu kadar sürprizden uzak, bu kadar beklenen bir duruma çözüm bulamıyorsan, taraftar nezdinde de bir sürü şey sorgulamaya başlanır. 

Takımımız oyuna seyircinin de gazıyla aslında iyi başlasa da, Eskişehir’in çok akıllıca uyguladığı geri hattımıza çok çabuk sızma taktiği sonrasında yavaş yavaş etkinliğimiz de eridi. Evet, top ilk yarı boyunca bizde kaldı ama ilk 10 dakikadaki gol umudu veren atakların arkası gelmedi ve ataklarımız gittikçe Eskişehir’in orta alan-defans bütünleşmeli kademeli savunması içinde kaybolmaya başladı. Defans aramıza atılan ve ciddi hasar yaratan rakip tehlikeleri sonrasında defansımız da devamlı geri gelme refleksi ile orta alana yanaşıp destek olmada çok başarılı olamadı. Böyle olunca yine oyun boyumuz uzadı ve hem ataklarımıza geriden yeterli destek gelmedi hem de Mehmet Topal gibi bir çapanın yokluğunda arkamıza normalin üzerinde adam kaçırdık.


Son iki maçtır görünen, defansta gerek beklerimizin (özellikle Caner) öncelikli olarak hücumu düşünmesinden, ki bunu destekliyorum, gerekse de stoperlerimizin uyumsuzluğu ve bireysel hataları nedeniyle çok fazla pozisyon vermeye başladık. Bu iki maçta verdiğimiz net pozisyon sayısı 10’u geçti. Bu şartlarda normalde kayıp olan bu beraberliklerin ikisinde de şanslı olduğumuz söylenebilir. Zaten bizleri ciddi endişeye sevk eden durum da bu. Bekir’i her ne kadar kendisini geliştirdiği ve üzerine koyduğu için takdir etsek de, sürekli bir istikrarı ne yazık ki yakalayamıyor ve hiç beklenmedik zamanlarda bireysel hatalarından örnekler vermeye devam ediyor. Kadlec ile de tamamlayıcı bir ikili oluşturdukları söylenemez. Egemen’i yeniden devreye alma gereği yanında Ocak ayında buraya bir nokta transferin şart olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu defansif defolarımıza karşın oyunumuzdaki bence esas problem, orta sahamızın hem pozisyon alma ve alan parsellemede, hem de yaratıcılık, yani çözüm yaratma ve forvete destek vermede yetersiz kalması. Eskişehir maçında sahada yer yer o kadar büyük boşluklar bıraktık ki, çok rahatlıkla kalemize akacak pas organizasyonu yapmalarına seyirci kaldık. Bunun dışında rakip skordan memnun iken bir ara dakikalar süren  pas seansları yaptı. 

Orta üçlümüzden ceza alanına sokabildiğimiz oyuncu adedi her maçta çok kısıtlı kalıyor. Kanat akınlarımız geçen sezonun aksine hiçbir forvetimizi rakip kaleye yüzü dönük ve markajsız durumda iken topla buluşturmayı başaramıyor. 11 maçta kaleciyle karşı kaldığımız pozisyon adedi bir elin parmaklarını bulmaz. Buna bir de maça onbirde başlayan forvetlerimizin hepsinin birbirinden formsuz olması durumunu eklediğimizde zaten bu sezon Kadıköy’de hiçbir maçımızda devreye skor üstünlüğü ile giremememiz, hatta çoğunda soyunma odasına yenik durumda gitmemiz artık çok şaşırtıcı gelmiyor. Gerçekten şaka gibi ama evimizdeki 6 maçın hiçbirinde devreye önde giremedik. Dahası, bir maç haricinde hepsinde gol yedik ve bu maçların hiç birinde 2 farklı skor alamadık.

Forvetteki hangi oyuncumuzun formuna baksak elimizde kalıyor. Emenike her geçen hafta geri gidiyor. Sow zaten baştan beri kendi formunun dibinde olduğu için daha geri gidecek yeri bile yok denebilir. Esas şaşırtıcı olan geçtiğimiz sezonlarda şapka çıkartacak katkılarına alıştığımız Kuyt’un da her geçen hafta geri giden performansı. Son maçlarda, ama özellikle Eskişehir maçında yaptığı top kayıpları çok fazlaydı ve maalesef bizim ataklarımızı bitirip rakip atakları başlatan pozisyonlarına alışmaya başladık. Tüm formsuzluğuna karşın Kuyt’un bu sezon bugüne kadar (yanılmıyorsam) hiç oyundan alınmamasını anlayamıyorum. Tamam, özverisi ve pozitif yaklaşımı ile neden her hocanın favori oyuncusu olduğunu anlayabiliyorum ama hele ki kariyerinin artık sonlarına yaklaşmış ve bu kadar formsuzken bunca ısrar etmenin, artık hem takıma hem de kendisine zarar verdiğini hocanın görmesi gerekiyor. Kuyt’ı böyle görmek bir çok Fenerbahçeli’yi üzüyor. Dün 60’a doğru oyundan alınabilirdi.


Organizasyon ve plansızlığın yanında takımda genel olarak bir fiziksel yetersizlik ve bunun sonucunda tempo düşüklüğü var. Antrenman bilimine vakıf biri olmamakla birlikte, takımın önceki 2-3 sezondaki kadar verimli antrenman yapmadığı sahada çok net görülüyor. Tabii bunun temeli bence ta Ersun Yanal’ın gönderilmesi sonucunu doğuran sürece, yani teknik direktör takımından yeniden futbolcu takımı olma yönüne döndüğümüz Ağustos ayına kadar gidiyor. Aykut Kocaman ve Ersun Yanal gibi antrenman biliminin bu oyundaki yerine sıkı sıkıya inanan, fizik güç ve koşu mesafesi gibi konuları başarının ön şartı olarak gören iki hoca ile çalışmış olan İsmail Kartal’ın, hadi taktik ve stratejiyi bir kenara bıraksak bile fiziksel kondisyon ve dayanıklılık konusunda bu kadar başarısız görüntü çizmesi hakikaten akıl alacak gibi değil.

Bu sezonu sıkıntılarla, belki başkanın veya taraftarın iteklemesiyle, ama sonuçta ciddi zorluklarla geçireceğimiz açık. Şampiyonluğun gelecek yıl doğrudan şampiyonlar ligine katılmak demek olduğu ve bunun bütçemiz için ne kadar elzem olduğu ortada olan bir sezonun başında kendi ayağımıza sıkmış olmak gerçekten yazık. Buna karşın hiçbir şey için geç değil ve alınacak çözümler belli. Birincisi fizik kalitesini tekrar en üst seviyeye çekecek çalışmalardan taviz vermemek, ki bu çalışmaların muhtevası herhalde son 3-4 sezondur bizzat işin içinde olan İsmail Kartal ve ekibi tarafından bilinmez değildir. İkincisi, formsuz oyuncularda ısrardan bir an önce vazgeçip forma adaletini yeniden sağlamak. Üçüncüsü de mevcut oyun planının artık işlemediği görülüp mutlaka planda ciddi iyileştirmeler yapmak. Bir diziliş değişikliği kastetmiyorum illa ama artık forvette kimin hangi pozisyon ve hangi rolde oynayacağı netleşmeli. Atak çeşitliliği, neredeyse tüm yükün bindiği Caner’in omuzlarından biraz alınıp daha farklı varyasyonlarla zenginleştirilmeli. Diego’dan faydalanmanın bir yolu bulunmalı. Gerekirse Kuyt dinlendirilip Webo-Sow çift forveti arkasında Diego’lu diziliş denenmeli. Ve son olarak, takım bir gol yediğinde demoralize olmasının artık bir şekilde önüne geçilmeli.

2-3 hafta sonunda takımın vereceği tepki, bu sezon hakkında bize daha net bir ışık tutacaktır.

Son söz de futbolculara:

İstediğiniz ve dilediğiniz hoca ile arzu ettiğiniz çalışma ortamını bulduğunuzu söylüyorsunuz. Ama görünen o ki, bu sezon ligi ve rakipleri biraz hafife alıyorsunuz. Lütfen böyle bir düşünce varsa bundan vazgeçin ve işin ciddiyetini yeniden kavrayın. Tıpkı geçtiğimiz sezon yaptığınız gibi…


* Emre notu: Emre’nin saha içi duruş ve tavırlarının artık ne derece rahatsız edici boyutlara geldiğini söylemeye bile gerek yok aslında. Üzücü olan, bunun hem takıma hem de koca camiaya ne kadar zarar verdiği ortada iken hiçbir yetkili makamımızın artık krize dönüşen bu duruma karşı bir aksiyon almaması.

3 Kasım 2014 Pazartesi

İsmail Kartal'ın İlk Derbi Zaferi

Yiğidi öldür hakkını yeme. Öncelikle genellikle eleştirdiğimiz İsmail Kartal’ın bu maça takımı hazırlayışı, çıkardığı doğru onbir ve maç planının hakkını verelim. Birincisi, maça tüm oyuncuların ayrı bir özgüven ve haftalardır kendilerine yapılan (ve çoğu da haklı olan) eleştirilere karşı yeniden kendilerini ispat etme gibi bir misyonla çıkmaları İsmail Hoca’nın artı hanesine yazılır. İkincisi, sağ bekte Necip’in oynayacağı bir Beşiktaş takımına karşı bu taraftaki madeni(!) en iyi şekilde kullanabilecek kurgu değişikliğini çekinmeden yapıp Sow yerine Alper’i sol açığa monte etmesi gerçekten beklediğimden de iyi sonuç verdi. Üçüncüsü de, takım kurgusunu ve ağırlık merkezini bir miktar geride kurup orta saha ve defans bütünleşmesi ile iyi kademeli bir savunma hattı oluşturması, Webo veya Sow yerine merkez forvette bu plana en uygun olan Emenike’yi kullanarak kapılan toplarda çok çabuk hücuma çıkılması ve her iki bek yanında Alper ve Kuyt ile Emenike’nin desteklenip önceki maçların aksine daha hızlı ve baskın hücumlar uygulanması planı da ilk yarının ekseriyetinde iyi işledi.


Bu maç için uygulamaya konulan doğru plan ile Fenerbahçe daha önceki kısır 7 haftanın aksine ilk defa bu kadar atak ve pozisyon zenginliği buldu. İlk yarıdaki 5, ikinci yarıdaki 3 pozisyonumuzu not edelim. Özellikle ilk yarıda her iki takımın da iyi bir oyun ortaya koyduğunu söyleyelim. Haklarını yemeyelim, Beşiktaş erken yenen golün şokunu doğal olarak yaşadığı ilk 15 dakika sonrasında oyunda dengeyi kurdu ve ön alanda gerçekten etkili ve koordineli baskı yaptılar. Bir ara 5 dakika boyunca Beşiktaş rakip sahaya iyi yerleşerek dönen tüm topları aldı ve rakibini çıkartmadı. Ligdeki diğer takımların bu derece yoğun bir baskıya kolay dayanabileceklerini düşünmüyorum ama Fenerbahçe orta sahasının kaliteli ayakları, özellikle Emre’nin önderliğinde doğru paslarla boş adamı bularak nihayet bu baskıyı kırmayı bildi. 

Zaten Emre-Topal-Meireles üçlüsü bu yüzden ligin en iyisi ama bu üçlüye genellikle iyi destek veren iki bekimizin de böyle zamanlarda ortayı beşlediklerini ve kurulan oyunun aktif olarak içinde yer aldıklarını da söylemeliyiz. Bu maçta da hem Gökhan hem de özellikle rahat alanlar bulan Caner bu desteği iyi verdiler. Caner zaten geçen yıldan kalma bir tat veren mükemmel bir oyun sergiledi. Kanattan akıp giderek iki rakibi ekarte ettikten sonra herkes orta beklerken çektiği şut bana göre maçın en güzel hareketiydi ve o gol olsa sezonun en iyi gollerinden biri olacaktı.


Sezona çok kötü giren forvetimizin birkaç maçtır olan çıkışının bu maçta biraz daha ivme kazandığını gördük. Emenike maça iyi hazırlanmış. Gücüyle pek çok pozisyonda kendisine atılan uzun topları iyi tuttu ve takımın atağa kalkmasını sağladı. Beşiktaş’ın özellikle Ersan’da iyice savruklaşan merkez savunmasını iyi zorladı. Bir de oyun zekasını daha da olgunlaştırabilse neler yapabileceğini 85’te Sow’a attığı pasta gördük ama hala temel yanlışları, yani hatalı kararları fazlasıyla yapıyor. Basit olanı oynasa bu maç çok daha önce kopardı. Karşı karşıya kaçırdığı golü ise tarif edecek kelime bulamıyorum. Yine de iyi bir maç çıkardı ve bence hocasının istediğini fazlasıyla yaptı. Sonradan giren Sow da papucun daha pahalı olduğunu anladığından mıdır bilinmez, geçmiş haftalardan yine çok daha iyi ve hareketliydi. Ofsayttaki röveşatası ile goldeki son vuruşu iyi birer golcü vuruşlarıydı. Kuyt’un yorgunluğu belli olsa da bu maçta yine önceki maçlardan daha iyi katkı verdi ve özellikle kanadındaki savunmaya çok iyi yardımcı oldu.

Alper, nazar değmesin, son maçlarda üstüne koyarak gidiyor. Delici ve dikine giden özelliğini kaybetmeden üzerine daha da koyacak ve yıllarca bu forma altında oynayan sembol oyuncularımızdan biri olacak diye bekliyorum. Topal da iyi bir maç çıkardı ve pek çok eksiği gediği kapadı. Kesiciliğine alan kaplamasına diyecek yok zaten. Meireles’in de orta alan üstünlüğümüzde iyi katkısı var, ama ben kendisindeki potansiyelin tamamını hala yeterince kullanmadığını düşünüyorum. Ceza alanına yakın oyununu biraz daha yükseltebilir, ama belki aldığı talimat gereği alabileceği kadar inisiyatif almıyor sanki.


Takım savunmasının iyi uygulanışı ile rakibe çok net pozisyon vermedik. İlk yarıda 4, ikinci yarıda bir pozisyon verdik ki bunların hiçbiri  %100 denebilecek net pozisyonlar değil. Pas yeteneği ve oyun kurma özelliği Alves kadar olmasa da, Kadlec’in Alves’e göre savunmada çok daha güvenli olduğunu düşünüyorum. Bekir de hatasız maçlarından birini oynayınca, kendisine yeterli destek gelmeyen Beşiktaş’ın tek forveti Demba Ba savunma hattımız içinde eridi diyebiliriz. Bekir’in bu yaşta bile her yıl üzerine koyarak gelişmesini takdir etmek gerekir. Yine de bu iki stoperimizin hava toplarında bir Egemen olmadığını düşünerek buraya Egemen’in de monte edilebileceğini düşünüyorum.

Bu maçta eleştirilebilecek bir nokta ikinci yarıya çıkış felsefemizdi. Ne olursa olsun, rakip 10 kişi kalmışken gereğinden fazla geriye gömülmemiz bize pahalıya mal olabilirdi. İkinci yarının ilk bölümünde rakibi çok geride karşıladık ve ilk yarının aksine topu bırakarak tek plan olarak Emenike’ye uzun top attık. Halbuki maça zaten gereğinden fazla gerginlikle çıktığı için biraz sallansa devrilmeye hazır Beşiktaş’ın üstüne biraz daha erken gitmemiz gerekiyordu. Caner ve Emre değişikliğinin sarı kartları nedeniyle yapıldığını düşünüyor ve doğru buluyorum. Çünkü maçın hakeminin sarı kart bareminin düşük olduğu görülüyordu. Emre de artık akıl almaz biçimde bir şekilde yine doğrudan olayların içine gereksiz bir şekilde girmeye meyilliydi. Kaldı ki Emre’nin bir de sekmeye başladığını gördük.


Beşiktaş’ın maça bu kadar gergin ve kaybetme korkusu içinde çıkmış olmasını anlayamadım. Belki bunu söylemek bize düşmez ama son yıllarda yaşadıkları iyi başlayıp bir türlü sonunu getirememe sorunu hep bu anlayış ve kurban psikolojisinden kaynaklanıyor. Bence maçı kaybeden ilk adımı geçen hafta Erciyes maçında Gökhan’ın atılmasından sonra attılar. Olayı olduğundan çok daha fazla infialle karşılayıp hem kendilerini gereksiz ve anlamsız bir gerginlik içine soktular, hem de adeta Gökhan takımın her şeyiymiş gibi diğer oyuncuların farkında olmadan özgüvenlerini zedelediler. Ardından bu maça nasıl bir havada çıktıkları ilk yarıda yaptıkları her faulde yaptıkları aşırı itirazdan zaten görülüyordu. Büyük takımlar bu mantaliteyle yürümez. Hele ki derbi maçlarına böyle hazırlanılmayacağı yıllardır test edilip onaylanmıştır. Üstüne bir de kendilerinin başlattığı anlamsız hakem polemiğinin geri teptiğini de görmüş olmalılar.


Hakemi tek cümleyle özetlemek gerekirse maçın kontrolünü sarı kartlarla tutmaya çalıştığı için bol bol kart gösterdi ve misafir takımı en azından ezdirmeyen bir yönetim sergiledi. Derbinin havasına uygun olup olmadığı konusunda eleştiri gelebilir ama kitabi olarak kartların çoğu doğru karardı. Oyuncuların bunu anlayıp hareketlerine daha dikkat etmesi gerekirdi. Özellikle Olcay’ın gördüğü ikinci sarı için Beşiktaşlıların çoğu itiraz ediyor ama eninde sonunda kurala göre doğru bir kart. Cebinde sarısı olan bir oyuncunun bu riski alması hiçbir şekilde affedilemez. Bu pozisyonun hatasını Olcay’a çıkartmaları çok daha doğru olur. 

Emre’nin küfürlü sözü maalesef kabul etmek gerekir ki kırmızı kart, ki zannederim hakem görmedi. Demba Ba’nın penaltı pozisyonu ise başlangıcı itibariyle çok kafa karıştırıcı bir pozisyon. Ya penaltı ya lehimize faul, ortası yok. Ama ben defalarca seyretmeme rağmen net olarak çözemedim. Penaltıya daha yakın geliyor, doğru, ama bunu tek görüşte anlayabilir miydim bilemem. Bence hakem de bu şekilde yorumladı ve inanmadı. Kaldı ki Ba da pek itiraz etmedi zaten. Hal böyleyken, Beşiktaş’ın oyun olarak rakibinin çok net gerisinde kaldığı bir maçtan sonra yenilginin en büyük mazereti olarak hakemi göstermeleri ve bizi doğruyorlar psikolojileri her şeyi bırak, kendileri için tehlikeli. Bunu anlamaları ve başarısızlıktaki sorumluluğun doğru kişilere fatura edilmesi gerektiğini görmeleri lazım. Ama son yıllarda bunu yapamadıklarından fazla kırılgan bir yapıları var.


Sonuç olarak, bir miktar endişeli çıktığımız derbiden beklediğimizden kolay bir zaferle ayrıldık. Bu maçın en büyük kazancı İsmail Kartal’in kredisinin ve kendisinin de kendine olan güveninin biraz daha yükselmesi oldu. Umarım bu tüm takımda bir yükselişin başlangıcı olur. Üç büyük rakibimizle deplasman maçlarını tamamlamış ve diğer rakipler daha aralarında oynanmamışken, bir de lider pozisyonda olmak. Bu beklediğimizin de ötesi. Artık bu büyük avantajı kaybetmemek lazım.


Bu galibiyetle ayrıca son yıllarda biraz bocaladığımız Beşiktaş deplasmanlarının şanssızlığını kırmış olduk ve ligdeki son 10 Beşiktaş deplasmanındaki galibiyet adedimizi 5’e çıkardık. Bunu da bir kenara not edelim. 

20 Ekim 2014 Pazartesi

Haddimizi bilmek (!)

Bu talihsiz maçın teknik taktik analizine girmeye çok gerek yok aslında. Gereğinden fazla ikramlarımızla dolu ve psikolojik olarak çok yıkıcı bir maç oldu. Benim için maçın tek kelimelik özeti ve maalesef en facia tarafı İsmail Kartal’ın maç sonunda  her ne sebeple olursa olsun yaptığı “haddimizi bilerek oynadık” demecidir. Bu demeç aslında farkındalığı yüksek milyonlarca taraftar için maçın kendisinden çok daha yıkıcı olmuştur. Bana göre, eğer bir Fenerbahçe teknik direktörü bir derbi maçında, hem de Galatasaray maçı için bu cümleyi kurabiliyorsa zaten gönüllerde bulunduğu mevkiden o saat istifa etmiş demektir, hiç kimse kusura bakmasın.


Fenerbahçe teknik direktörü, hiçbir şart dahilinde Galatasaray’a karşı haddini bilerek oynamayı düşünmez, ve üstelik bunu zinhar telaffuz etmez. Maça şartlar gereği çok dezavantajlı çıkabilirsin, maç içerisinde her türlü şanssızlığa uğrayabilir, eksik de kalabilirsin. Bütün bunlar karşısında tabii ki daha tedbirli bir plan yapmak kadar normal bir şey yok, bu gayet anlaşılır bir şey. Ama tedbir almak ve yeni duruma göre plan yapmak başka, haddini bilmek başka şeylerdir. Fenerbahçe teknik direktörlük makamı sadece teknik bir makam değildir. Orada bulunan kişiden liderlik yapması da beklenir. Sadece oyunculara değil, gerektiğinde tüm taraftarlara ve hatta camiaya da liderlik yapmalıdır. Bir lider haddimizi bildik demez. Bu tavır teslimiyetçi, pasif ve kazanmayı asla düşünmeyen tavırdır. Fenerbahçe teslim olmaz. Tarihinde ve genlerinde bu yoktur. Bunu kesinlikle tasvip etmiyor ve kabullenmiyorum.

Geçen sezonki 3-3’lük Beşiktaş maçında takım daha 30’uncu dakikalarda 10 kişi kaldı ve tam 2-1 öne geçmişken devre arasına en moral bozucu biçimde iki gol yiyerek 3-2 mağlup girdik. O maçın ikinci yarısında “haddimizi bilseydik” o efsane direniş ortaya çıkabilir miydi? Unutulmaz 6-0 derbisinde 2-0 önde iken yine ilk yarıda 10 kişi kaldık. Kalan onca dakikada haddimizi bildik mi? Tarihimiz bunun gibi onlarca örnekle doludur. Olmadı İsmail Hoca. Hem de hiç olmadı. Maalesef teknik direktörümüzün vizyonu ve yeterliliği konusunda ilk günden beri yanılmayı çok istiyorum ama her geçen gün bizi endişelerimiz konusunda haklı çıkarmaya devam ediyor. Görünen o ki İsmail Kartal taraftar nezdindeki kredisini yavaş yavaş kaybedecek, ki bunu çevrenizdeki yansımalardan zaten görebiliyorsunuz.


Webo’nun özel durumu, Sow’un sakatlığı derken maça formsuz Emenike ile çıkışımızı anlarım. Zaten kadrodaki cezalı ve sakatlar düşünülünce maça kimsenin itiraz edemeyeceği bir onbirle çıktık. İlk yarıda oyun planı ve işlerlik fena değil, hatta oldukça iyiydi diyebilirim. Yine de basında dillendirildiği kadar parlak bir ilk yarı oynadığımız fikrinde değilim. Evet, oyun kontrolü tüm yarı boyunca bizdeydi, belki de G.Saray deplasmanlarında son yıllardaki en rahat oyunumuzu oynama şansı bulduk. Ama dediğimiz gibi bu “rahat” bir oyundu, kontrol bizdeydi. Ama bu bizim oyunumuz kadar, biraz da Prandelli’nin aşırı tedbirli oyun planıyla kendi takımını fazla dizginlemesi ile G.Saray kadrosundaki bazı defolu parçalar neticesinde oluşan bir durumdu. Gerçekten de, G.Saray bu maçta belki de son 10 yılın en pasif ve umut vermekten uzak bir şekilde çıkmıştı kendi sahasında karşımıza. Böyle bir G.Saray’ı TT Arena’da bir daha böyle yakalamak çok zor olacaktır. Maçın üzüntü verici yanlarından biri de bu.

Durum böyle iken, tüm şartlar lehimize iken biz koca ilk yarı boyunca oyunumuzu rakibi bitirici seviyeye bir türlü çıkaramadık. Hep sallayan ama yıkamayan konumda gittik. Pozisyonlar da bulduk ama bu oyunun karşılığı olması gereken netlikte pozisyonları yine bulamadık. Zaten bu sezon sorunumuz bu. Kontrol hep bizde gözüküyor ama bir türlü yeterli gol pozisyonu ve tehlike yaratamıyoruz. Hiçbir maçı koparıcı bir hamle ve yaratıcılık gösteremiyoruz. Bu nedenle pek çok kişinin aksine ben genelde iyi bir oyun oynadığımız düşünmüyorum. Oynamaya çalıştığımız topa sahip olma (possession) ve pas oyununun gerçekte iyi bir oyun olup olmadığının ve bize uygunluğunun tartışılması lazım. Öyle bir algı oluşmuş durumda ki, topa daha çok sahip olduğumuzda biz daha iyi taraftık diye düşünüyoruz. Futbolda artık böyle bir şey yok. Verimliliğe bakınca, en özet haliyle bizim bulduğumuz ve rakibe verdiğimiz toplam pozisyon adedi bakiyemize bakarsak, oyunumuzu ciddi biçimde iyileştirmemiz ve biraz da başka bir forma evriltmemiz gerektiği ortada. Velhasılı, Aziz Başkan’ın kendi inatçı yapısına denk düşen bir deneysellikle bu yılı zar zor bir şekilde geçireceğiz gibi gözüküyor.


Bruno Alves için ise söyleyecek sözler tükendi. Yaptığı hareketi aptallık olarak filan tanımlamak yetersizden çok öte, saflık olur. Düpedüz hainlik, düşmanlık gibi bir şey bu. Bir değil iki değil üstelik. Bu yapılan hareket yine görmezden gelinir de affedilirse takım içinde disiplin diye bir şeyden hiç söz etmeyelim zaten. Gaddarlığını, ahmaklığını, her türlü düşüncesizliğini, sorumsuzluğunu filan bir kenara bırakın, 1,5 sezondur Alves’ın düpedüz bizim için yetersiz kalitede bir stoper olduğunu, yabancı hakkını Alves gibi birine kullanmamızın hata olduğunu söylüyorum.  Yaptığı pozisyon hataları, yanlış çıkışları saymakla bitmezken bir de defalarca yaptığı bu tür gaddarlıklar, sorumsuzluklar bardağı çoktan taşırdı.


Ne kadar verimsiz olursak olalım bizim kontrolümüzde giden şu maçı kaybetmenin bir numaralı sorumlusu Alves isimli oyuncudur. Yapılacak şey net: Bir daha bu forma kendisine verilememeli ve Ocak’ta ne olursa olsun yollar ayrılmalı. Bu hareketin hiçbir şekilde affedilir yanı yok. Bu formayı bu denli ucuzlatan oyunculara bundan sonra müsamaha gösterilmemeli.

Alves’in atılışı sonrası İsmail Kartal’ın zor durumlardaki yetersizliği ortaya çıktı. Hiç de iyi durumda olmayan bir Galatasaray’a karşı takımı  resmen dizginledi ve gereğinden fazla sinmemize neden oldu. Emenike-Hasan Ali  değişikliğinin yanlışlığını anlatmaya gerek yok. Zaten tüm futbolseverler görüyordur. İleriye atılacak uzun topları tutmak üzere Kuyt’un düşünülmesi ise işler bir plan olamazdı, olmadı da. Emenike’nin yerine girecek oyuncu Webo olmalı, Kuyt ve Alper de yanına mümkün mertebe yanaşarak devam etmeliydiler.  Emre’nin artık fiziki yapısı ondan beklentilerimize yetmeyecek anlaşılan. Geçen yılın en iyilerinden Kuyt’daki bu sezon görülen düşüş ise inanması güç. Her maç yine en üst düzey mücadele etse de, ondan beklediğimiz verimli oyunun çok uzağında maalesef.


Cüneyt Çakır’a gelince. Tabii ki bizi yine şaşırtmadı ve her Galatasaray derbisinde yaptığı gibi eyyamcılığın, korumacılığın kitabını yazdı. Bize gösterdiği kartlarda haklı olsa da aynı standardı G.Saray’a karşı göstermediği o kadar açık ki. Ünal Aysal’ın bir kez daha sinsice kurguladığı akıl oyununa bir kez daha düşen Cüneyt Çakır aslında Ünal Aysal’ı ters yönden haklı çıkardı. Bu hakemin doğru düzgün bir FB-GS derbisi olmayacak, artık belli. Hesaplı maç yöneten bir hakem ve Chedjou’nun Emenike’ye yaptığı ustaca ama buz gibi penaltı olan müdahaleyi görmezden gelmesi tam da onun standardıydı. Aynı pozisyon terse olsa nasıl karar vereceği çok belli. Biz ne kadar maçın birincil sorumlusu hakemdir diye düşünmesek de, vermediği penaltıyla aslında maçı bir taraftan diğer tarafa vermiş oldu diyebiliriz. 


Çakır haricinde maçın G.Saray adına en iyi üçlüsü ise, gollere kadar sahanın açık ara en iyisi olan Chedjou ile müthiş iki gol atan Sneijder ve Bruno Alves’ti. 

11 Ekim 2014 Cumartesi

Fenerbahçe - Spurs: Rüya gibi bir maç!

Bugün Fenerbahçe ile San Antonio Spurs maçı var. Benim için rüya gibi bir maç. San Antonio, 5 yılımı geçirdiğim, kızımın doğduğu şehir. Spurs orada bizi oraya bağlayan, özel hissettiren şeylerden biri oldu her zaman. Tim (Duncan), Manu (Ginobili), Tony (Parker) ve tabii ki eşsiz koç Gregg Popovich. Sadece sporcu değil, insan olarak da çok özeller. Tıpkı Alex gibi. Tıpkı Aykut Kocaman gibi. Kulüplerine, formalarına, taraftarlarına özel bir sadakat ve sevgiyle bağlı insanlar.
Orada defalarca izleme şansı bulduğum dünyanın en iyi takımı Spurs ile Türkiye şampiyonu, çocukluktan bu yana aşkım olan takım karşılaşacak. Ve ben sevgili eşim ve kızımla orada olacağım. Gerçekten rüya gibi...



Maça gelirsek, bir kere maç Fenerbahçe açısından çok zor olacak. Birinci zorluk, Fenerbahçe takımı her ne kadar Spurs'ten çok daha önce sezonu açmış ve fizik olarak daha hazır taraf olsa da, oturmuş mükemmel bir sistemi olan rakibine karşın pek çok oyuncusuyla neredeyse yeni kurulmuş bir takım. Yeni gelen oyuncular, hatta bazı eski oyuncularımız bile takım içindeki rolleri hakkında çok net bir fikre sahip değil. En önemlisi takımın oyun içi lideri henüz yok. Hickman'dan böyle bir beklentiyi karşılamasının pek kolay karşılık bulamayacağı görünüyor. Emir desen, bazı maçlarda bu işi hakkıyla yapacak olsa da uzun maratonda bu yükü tam olarak kaldırmayacağı defalarca görüldü. Bana göre bu maç için değil ama sezon içinde yavaş yavaş liderlik koltuğuna Bogdan Bogdanoviç geçmeli. Bogdan genç yaşına karşın bunu başarıyla yapabileceğini Partizan'da gösterdi. Bu özellikleri fazlasıyla mevcut ve bana göre 2 yıl içinde Avrup'nın en elit bir kaç kısa oyuncusundan biri olacak.  


İkinci zorluk, Spurs'un Avrupa turnesindeki ilk maçı Almanya'da Hertha Berlin'e karşı kaybetmesi olacak. Hazırlık maçı da olsa koç Popvich'in oyuncularına iki maç üst üste hem de Avrupa takımlarına karşı iki maç üst üste kaybetme lükslerini olmadığı mesajını çoktan vermiştir diye düşünüyorum. 


Nihayetinde bir hazırlık maçıdır denebilir ama öyle bir takımla oynuyorsunuz ki takımın gücünü, zor durumlarda tepkisini bundan daha iyi test edip gerçek yeriniz hakkında az çk fikir alabileceğiniz bundan daha iyi bir maç olamaz herhalde.


Spurs ise tabii ki hazır durumda değil ve bunu Almanya'da gösterdiler zaten. Bizim maçı Hertha maçına göre daha ciddiye alarak oynayacaklardır. Bu bizim için aslında daha iyi bir şey. Maça asılmayan bir Spurs'u yenmenin kağıt üstünde apayrı bir tadı olacaksa da, bu sezonun selameti açısından ciddi bir Spurs takımının takımın defoları hakkında bize çok daha sağlam veriler vereceği ortada. Spurs'ün öyle oturmuş bir sistemi ve bu sistem içerisinde öyle bir sol dağılımı var ki, rakipte Lebron bile olsa en ufak zayıflığı nasıl kullanıp karşı tarafı resmen hacamat ettiklerini daha Haziran ayında gördük. Gerekten oyun anlayışları ve top dolaşımı felsefeleri dünyadaki NBA de dahil her takımdan çok daha başka bir seviyede.

Böyle bir takımla oynamanın zevkini çıkarma zamanı... 

Basketbol tarihinin en büyük efsaneleri arasına adını şimdiden en tepelerden yazdıran Tim Duncan'ı ise 38 yaşında İstanbul'da hem de Fenerbahçemize karşı izlemek ise...

İşte bu paha biçilmez!!!

29 Eylül 2014 Pazartesi

Tükenen Miras

Fenerbahçe’nin sezon başındaki absürd teknik direktör değişikliği sonrası pek çoğumuzun endişe ve korkuyla beklediği gelişmeler yaşanmaya başladı maalesef. Son yıllarda bir teknik direktör takımı olma kimliğini üzerine yerleştirmeye başlayan Fenerbahçe futbol takımı, Aziz Yıldırım'ın bir kez daha işleyen tekere çomak sokması ile maalesef hocasız(!) sezona başlamış ve bu şekilde ite kaka da olsa gidebildiği yere kadar gitmeye çalışmaktadır. İsmail Hoca’ya saygısızlık gibi olmasın, ki insani olarak severiz kendisini, başından beri Fenerbahçe gibi bir takıma teknik direktör olabilecek yetenek ve deneyime sahip olmadığı görülüyordu. Aslında bu çoğunluğun bildiği ama daha oyunun başında oyunbozan olmamak adına açık açık dillendiremediği bir gerçekti. Maalesef gelinen noktada ben bu fikrimden daha da ileri bir noktaya gelmiş durumdayım. İsmail Hoca ne yazık ki ne kadar daha deneyim sahibi olursa olsun hiçbir zaman bu takımı hakkıyla yönetebilecek bir vizyon ve yetkinliğe sahip olamayacak gözüküyor. Bu konuda yanılmayı çok isterim ama şu ana kadar ortaya konan veriler kabul etmemiz gereken gerçeğin bu olduğu yönünde.


Fenerbahçe taraftarı dünkü Akhisar maçı sonrasında uzun yıllardır, ki Aragones döneminden bu yana diyebiliriz buna, ilk kez bu kadar umutsuz. Bu takım o kadar hızla geriye gidiyor ki taraftarın heyecanı ister istemez törpüleniyor. Esas umutsuzluk veren direksiyonun başındaki "iki" kişinin de (gerçekçi olalım) mevcut gidişata teşhisi doğru koyup neşteri vuracağına olan inanç yaratamamış olması. Mesela dün takım ne kadar kötü oynamış olursa olsun, ne kötü oyun ne de bırakılan 3 puan beni İsmail Hoca’nın maç sonu açıklamaları kadar üzmedi. Kartal'ın bu maçtaki sorunumuz buymuş gibi ilk olarak topa yeterince sahip olamadığımıza vurgu yapması beni gerçekten karamsarlığa sürükledi. Fenerbahçe’nin problemi topa sahip olmak değil hocam, topa hatta gereğinden fazla sahip oluyoruz. Esas problem topa sahip olduğumuzda ne yapacağımıza dair, daha doğrusu topu karşı kaleye nasıl götüreceğimize dair işler hiç bir planımızın olmaması. İkincil olarak söylediği son vuruş yetersizliği de değil problemimiz. Biz hiçbir maçta rahat bir son vuruş yapabilecek pozisyonu bulamıyoruz ki. Sorun organizasyonda, o son vuruşun rahat bir son vuruş olmasını sağlayacak son pasın düzgün verilmesinde, son vuruşu yapacak adamın yanında yöresinde onu rahatsız edecek rakip olmamasını sağlayacak olan alan boşaltıcı oyunda. Sorun tempoda, sorun pas yapma hızımızda. Sorun orta saha ve forvetlerimizin topsuz oyundaki hareketsizliğinde ve bu nedenle devamlı surette rakip stoper ve beklerin kucağında oynamamızda. Sorun yaratıcılıkta. Biz pozisyona giremiyoruz hocam, ve sen maç sonu demecinde inanılmaz biçimde ikinci yarı 4-5 pozisyona girdik diyorsun. Bir türlü olgunlaşmayan ve pozisyona dönüşemeyen atak girişimlerine pozisyon diyorsan senin bu takımın problemini doğru teşhis edip çözümü bulamayacağın ortada. Pozisyon nasıl olur görmek istersen geçen seneki maçları izle ve hareketli ve yer değiştiren forvetlerimizin bulduğu pozisyonlara bak.



Şu ana kadar yapılan 4 maçta bulduğumuz gerçekten tehlikeli pozisyon adedi bir elin parmaklarını ya bulur ya da ancak geçer. Ama iki elin parmağını bulmaz. 360 dakika yapar bu, dile kolay. Bu kadar üretkenlikten yoksun bir takım son 5 yıldır hatırlamıyorum, yok çünkü.  Ve hocamız hala bu maçtan sonra ortaya bir vizyon, bir inanç ışığı koyacağına bize teknik verilerden dem vurarak aslında rakamlar bazında daha iyiye gittiğimizi anlatıyor. Sırf bu bile bu takımda nasıl bir liderlik eksiği olduğunu gösteriyor. Görünen o ki, geçen sezona nazaran esmer günler bizi bekliyor. Saha yayılışımız ayrı bir sorun ve bu nedenle sahayı iyi parselleyemiyoruz. Sahada hep eksik olduğumuz büyük boşluklar görülüyor. Takım hücumda iken mesela, stoperler anlamsızca hala kendi yarı alanında bekliyor ve orta çizgi ile rakip ceza yayı arasını olduğu gibi rakibe bırakıyoruz ve buraya düşen topları rakip kolayca topluyor.

Çok karamsar bir yazı olduğunun farkındayım. Ama kulübün fiiliyatta artık var olmayan yönetim kurulu, başkanın teknik direktör makamının ağırlığını Ersun Hoca’yı kovabilmek adına sıfırın altına indirişi, başarı denen şeyi teknik direktörün değil oyuncunun parasının tıkır tıkır ödemekten geçtiğine olan inancı, İsmail Kartal’ın vizyonu ve maalesef bu pozisyona uygun olmayan yapısı ortada iken başarı gelecekse bile bu ağırlıklı olarak rakiplerin durumu nedeniyle olacaktır. Tüm bu gerçekler ortada iken gördüğümü söylemeden polyanacılık ya da romantik Fenerbahçelilik oynayamam. Gözümüzün gördüğünü, aklımızın analiz ettiğini söylemek zorundayız. İnşallah bu takım bu düşüncelerimizde bizi yanıltır, bunu çok isterim ama beklentim yüksek değil.


Maçın  teknik analizine inmeye çok gerek yok. Alper’in olmayacak biçimde Emre’nin rolüne soyundurulmasının anlamsızlığından mı dem vuralım, yoksa her ikisi de pozisyon almada çok yetersiz birer saatli bomba olan stoperlerimizden mi? Kişisel hatalardan da önemlisi, takım bütünlük içinde oynamıyor. Birlikte düşünmüyor, birlikte hareket edemiyor. Hepsi çalınan parçanın kendi kafasına göre ayrı bir partisyonunu çalan orkestra gibi. Ortaya dinlenir bir parça yerine uyumsuz sesler çıkaran bir orkestra. Böyle bir orkestradaki bozukluğu düzeltmeye nereden başlarsınız? Obua veya klarnetçiden değil herhalde…

Oyuncular şu sonuçta birincil sorumlu değil bana göre. Ha, Ersun Yanal’ın gönderilmesinde payı olanlar dolaylı yoldan birincil sorumludur diyebilirim. Dünkü maçın saha içi performansına gelirsek hepsi birbirinden kötü performans gösteren oyuncularımız var. Başta Alper, Sow, Alves, Bekir ve Kuyt gerçekten kötü bir gün geçirdiler. Alves’in defanstaki zayıf halkamız olduğunu ve beklediğimiz performanstan uzak olduğunu geçen yıldan beri söylüyorum. Defansta kullanacağımız yabancı kontenjanı seviyesi bu seviye değil. Egemen dönmeden işimiz zor. Haftalardır istediğimiz Webo ise çok şaşırttı. Tamam, kendisine bozuk düzende iyi pozisyonlar hazırlanamadı ama o bildiğimiz Webo performansından çok uzaktı ve maalesef ayakta duramayan bir görüntü verdi. Diego da bu düzende biraz fazla pas hatası ile oynadı ve temposu ve gücü halen bu ligin gerektirdiğinin altında. Çok iyi oynayan bir tane oyuncumuzu hatırlamıyorum ama zorlarsak Mehmet Topal ve Mert’i sayabilir, hemen arkasından Gökhan’ı da söyleyebiliriz.

Gelecekte boğuşacak sorunlar fazla gözüküyor. Takımın şu mevcut durumdan huzursuz ve hoşnutsuz olduğu da hissediliyor. Muhtemelen Aziz Yıldırım’dan yeni bir tedbir aksiyonu gelecek ve duruma el koyacaktır. Durum İsmail Hoca’nın tek başına baş edebileceğinden daha kritik görünüyor çünkü.



Akhisarspor ve Gekas’tan söz etmemek ise olmaz.  Bu maçı sadece Fenerbahçe’nin yanlışları üzerinden okumak ciddi haksızlık olur. Çünkü öyle bir performans sergilediler ki Fenerbahçe doğruları yapsa bile çok zor rakip olurdu. Gekas, bu ülkeye 2,5 yıldır bir santraforun nasıl oynaması ve nasıl pozisyon alması gerektiğine dair herkese ders vermeye devam ediyor. Tebrikler Gekas ve maçın diğer iki yıldızı Bilal Kısa ve Douglas’a. Tabii ki bir futbol emekçisi olan Mustafa Hoca’ya da. Yolları açık olsun…